Okyanusta su bittiğinde her ruhun kurtuluşu sekteye uğrar...
Yaşamın içlerine sızdıkça ve süzüldükçe bireyleşme istemsizce artıyor. Bunun sebebi aslında ne ideolojiler ne din ne de başka bir şey. Ruhun yakınına gelmeye korkan zihin bizi sürekli düşük frekanslı dürtüsel duygulara mahkum kılar. Bu ayrılık hisleri bizi muazzam derinlikte ikilik fikirlerine iter ve artık bir olduğumuzu aynı bütünün parçaları olduğumuzu unutup anlamsız ve sonu gelmeyen bir savaşa girmeye başlarız. Hergün aynı savaşı aynı kişilere karşı yeniden yürütürüz. Sabah uyndığınızda oluyordur; dün kime ne için kızgınsak o duyguyu devam ettirmeyi kendimize bir borç biliyoruz. Ne komik dün kimi sevmiştim diye sormak yerine dün kime kızmıştım demek daha kolay geliyor hepimize. Ve evet kabul ediyorum bazı kızgınlıklar ve kırgınlıklar içimizde sürdürmeye mecbur hissedecek kadar güçlü ve doğrular. Ama sevginin kendisinden daha mı doğru bütün bu öfkeler? Hiç sanmıyorum. Fakat işte kelimeleri kullanmakla idrak arasındaki o sisli fark bizi sürekli bir zihin ruh çatışmasının ortasında bırakıyor ve sanırım her defasında ufak kayıplar veriyoruz. Hiç düşündünüz mü ne kadar çok şu kelimelerden kullanıyoruz; yaradan, can, ben kimim, yargılayamam, nefs vs... Bunlar sürekli ışık yolundaki bizlerin kullandığı ama 'idrak' edemediğimiz sözcükler. Sürekli dile getiyoruz fakat hepimizde insanın düşük dürtüsel duyguları hakim; öfke korku kibir.. Belki de en iyisi; sadece farkedip düzeltmeye çalışmamak ( aynı kalmak demek değil bu ) ama sürekli bir çaba zihinde ters direnç oluşturuyor. Bazen herşeyimizle kendimizi kabul etmek özgürlük aslında. Ben mesela kibirliyim yer yer kıskancım öfkeliyim vs... Bunlar beni ben yapan şeyler değil ama içimde bir yerde varlar... Çünkü insan birşeyi ne kadar tekrar ederse tam olarak onun zıddıdır aslında.
Belki de bu sebepten ötürü bir tüy gibi olmak ne keyifli olurdu. Sadece göçebe bir kuş misali hafifçe süzülmek yaşamda.. Kimseyle ilişikte kalmamak. Usulca süzülmek göğün içinde bulutlara değmeden ve sessizce kendi kanat sesinde kendi nefesinde uçmak sonsuzluğa... Kelimelerin büyüsüyle yazarken gelen bu coşkunluk hali acaba zatıma bir gün lütfeder mi?
Peki nasıl başaracağız bu ilişiksiz tüy hafifliğini? Kalarak. Olduğumuz yerde sadece varolarak. Bu; yaşamda yerimizde saymak anlamında değil elbette. Bu daha çok yaşamımıza gelip gidenlere karşı bir adım geri çekilip uzaktan bakabilme yetisi. Çünkü aslında bize yapılan veya yapıldığını sandığımız hiçbir şey bizimle ilgili değil. Kişilerin kendisiyle ilgili. Bize yapılan asılsız suçlamalar, yersiz kırılmalar hepsi ayna etkisi dediğimiz karşımızdaki kişinin kendisiyle iletişimi sonucu ortaya çıkan yanılsamalar aslında. Ve bütün ilişkilerimizi bu şekilde görebilirsek o zaman kalp kırıklığı alınganlık gurur ve kibir kendiliğinden uzaklaşmış olur. Bu bahsettiğim tatlı sert bir oyun olup eğer kuralları doğru anlarsak son derece keyifli bir hal alan yaşam felsefesine dönüşür. Bu oyunu kimse zorla oynayamaz ama maalesef hakikat yolculuğunda sona gelebilmek ve bu doğum ölüm azabından kurtulabilmek için bu oyunu oynamamız hayrımıza olur.
Yetki bizde, karar bizde, yaşam bizin, yaşamak veya yaşamış gibi olmak bize özgü bir tercih olacak. Dilerim kendimizin ve bütünün hayrına kararlar verip özümüzü bulma yolumuzda kendi doğamıza tez zamanda ulaşırız..
Sevgi saygı ve ışıkla kalın...