İnsanoğlu yanlış yoldadır. En önemsediği varlığı (bedeni) çok geçmeden toprağa
gömülüp çürümeye bırakılacaktır. İnsan geçici yazgısına kendini kaptırmamalıdır.
Gereksinim diye bir kılıf uydurarak, güvelerin ve pasın çürüteceği ve yüzyıllar sonra
hırsızların girip, önemsiz bir adamın mezarının bile talan edileceği gerçeğinden
uzaklaşıp servetler biriktirmeye çalışmamalıdır. Böylesi ahmakça bir yaşamdır.
Ölüm hepimizin ortak noktasıdır. Son durak olmasa da nihai varış durağımızdır. Konuyu
dallandırıp budaklandırmadan biraz açmak gerekirse şöyle izah edebilirim.
Yabancı bir memleketi fetih etti diye övündüğümüz Yavuz’un hükümdarlığı sekiz yıl sürmedi
mi? Kırk dokuz yaşında vefat etmedi mi? Dünyanın dörtte üçünü ele geçiren İskender 33
yaşında ölmedi mi? Avrupalıların manevi lideri Hz. İsa da aynı yaşta yaşamla bağlarını
koparmadı mı? Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed 63 yaşın da göçmedi mi
sonsuzluğa... Veyahut yükseklik korkusu olan Kemal Sunal’ı hatırla, bir uçakta kalp krizinden
oturduğu yerde hayata gözlerini kapamadı mı ? Bizden öncekilerin tamamı, ya hazlarının
peşinden koşarken veyahut korkuları onları kovalarken elveda demek zorunda kalmadı mı?
Yaşamayı isteyen biz ölüme neden bu kadar isteksiz, gönülsüzüz. Zorla itildiğimiz bir
çukurmuş gibi bakışımız neden mezara? Ölüm yokmuş gibi davranınca onu ötelediğimizi
neden zannediyoruz. Niçin birbirimize böbürlenişimiz, niçin bir birimizi aşağı ya da hor
görüşümüz, niçin birbirimizden bu kadar farklı olduğumuzu düşünüşümüz. Yeryüzünü
serinlikleri ile kaplayan tüm sular okyanusa dökülmez mi? Orada birbirine karışmaz mı?
Yoksa Nil’den dökülen suyun, bizim burada akan dereden farkı nedir? İkisi de okyanusa
doğru akmıyor mu? Bir kavuşma telaşıyla önümüzden akıp geçmiyor mu? Öyle ise bir çok
önemli iş başarmış kimseden daha fazla yaşamış olan bizler ne için hayıflanıp duruyoruz.
Olması gerekenden daha uzun yaşamış olan bizler neden halen ölüm için erken olduğunu
düşününürüz. Görmüyor muyuz? Bizim yaşımıza gelemeden ölenlerin sayısı bizim yaşımızı
geçenlerden daha fazladır. Niçin ölümün bakmamız için kucağımıza bıraktığı can adına
kaygılanışımız, onu geri vermek istemeyişimiz neden? Ödünç olanı sahiplenme arzusunu
kışkırtan ne? Yaşama arzusu mu? Yoksa kaybolup gitme korkusu mu? Bana ikisi de aynı
derecede gülünç geliyor. Sebebine gelince,
Pek yakında şimdi ki zaman geçmiş olacak... Ve biz onu anılarımızda bölük pörçük
hatırlayacağız, üzerinden biraz daha vakit geçtiğinde bizim için neleri anımsattığını
hatırlayamaz olacağız. Üzerinden yeterli vakit geçtikten sonra böyle bir anın yaşanıp
yaşanmadığını bile güçlükle hatırlayacağız. Sonra da büyük boşluklardan oluşan
geçmişimize bakıp güçlü hafızamızla öğünmeyi devam edeceğiz.
35 yıldır yaşam sürüyorum bu hayatta, geriye dönüp baktığımda sadece koca koca boşluklar
görüyorum. İçerisinde bulanık halde yanıp sönen bir kaç belirsiz çehre, artık aynı lezzeti
vermeyen bir kaç öykünme, hepsi bu kadar. Bu da topu topu hafızamı çok zorladığımda,
gözlerimi kapatıp, zihnime yansıttığım bir slay gösterisi gibi izlemeye kalktığımda üç ila beş
dakika kadar ancak sürüyor.
Düşünüyorum, çok öğündüğüm aklımı yitesiye zorluyorum, yıllardır yaşanmışlıktan artakalan
ve benim hatırlayabildiğim bu üç beş dakika mı? Diye hayıflanıyorum. Benim koca koca
anlamlar yüklediğim yaşamım, bu kadar kısa bir zaman için mi var olmuştu? Ya çok
önemsediğim diğerler kimseler, onlar için benim yaşamım kaç dakika sürer, hatırla dense?
Saniyelerle ifade edilecek kadar kısa, en yakınlarım için bir iç çekiş kadar uzun sürecek
faniliğe bakar mısınız? ha varsınız ha yoksunuz... Böyle bir durumda kendimi ve insanları
nasıl ciddeye almamı bekleyebilirsiniz benden, sizce böylesi beyhude bir bekleyiş mantık
dışı olmaz mı? Her gözüm karardığında etrafıma bakınırım, ölüp ölmediğimi anlamak için,
korkumdan değil artık gereksiz olan bilincimin bana ıstırabından kurtulmaya hak kazanmış
olduğuma sevinmek için.... Şimdi daha iyi anlıyorum, eskilerin mezarları camilerin, kiliselerin
hemen yanı başına inşaa edişlerini, sevdikleri ile aralarında ki bağların gevşememesi için
değil, ölümü her an yanlarında taşıyabilmek için, yaşamın tutsağı olmamak için... Ne güzel
erdemleri kaçıyor modern dünya bizden, şehrin en ırak yerlerine inşaa ediyorlar mezarlıkları,
olabildiğince gözden kaçırıyorlar sanki ölümü bizden kaçırmak ister gibi...
Burada bırakmamız iyi olacak dostlar.. Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın.. Bir delinin
konuşmalarına sizleri de ortak ettiğim için kusura bakmayın.